Asırlardır dillere destan güzelliği ile Hititler 'de Romalılar 'a Bizanslılar 'dan Osmanlı İmparatorluğuna birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Hakkında pek çok destanlar, masallar anlatılmış, hikayeler yazılmıştır . Uludağ, Evliya Çelebi 'den Lami Çelebi kadar bir çok seyyah ve yazarı kendine hayran bırakmış, eserlerine konu olmuştur.

Bursa Uludağ'ın Mitolojideki Yeri

Bursa Uludağ'ın Mitoloji ve Tarihteki Yeri 
 
Bursa Uludağ tarihte çok önemli bir yere sahiptir. İlk adı "Hep Parlayan” manasına gelen Olympos Misios ‘dur. Tanrıların ve tanrıçaların yaşadığı, zirvesi bulutların üstünde olan bir dağdır Olympos.

Tarihi kayıtlara göre; Hititler döneminde milattan önce 2000 ‘li yıllarda yaşamış Luvilerden beri Uludağ, Olmypos adı ile anılmaktadır. Sümerler zamanında büyük, heybetli dağlar tanrıların vatanları olarak bilinirdi. Dünyamızın , insanlığın ve medeniyetin doğuşu dönemlerinde büyük oranda sular ile  kaplı olduğu düşünülmektedir. Bu sebeple insanlık yaşamını suyun ulaşamayacağı bölgeler olan dağlar ve buralarda bulunan mağara ve oyuklarda sürdürüyordu. Ulaşılması zor, yüksek zirvelere sahip bu dağların doruklarında tanrıların yaşadığı yaygın bir inançtı. İnsanoğlu, doğal afetler, savaşlar, salgınlar yüzünden yaşadıkları şehirlerde ayrılmak zorunda kaldıklarında dağlara sığınmayı tercih ediyorlardı. 

Olympos Dağı, yunan mitolojisine göre Tanrıların kralı Zeus ve diğer 12 tanrıya ev sahipliği yapmaktaydı. Antik yazar Homeros Tanrıların kralı Zeus ve diğer 12 tanrının Olympos Dağı doruklarından Troya Savaşını beraber izlediklerini bize anlatmaktadır. 

Yunan kahramanı Akhilleus ‘un Truva surları önünde öldürdüğü Habeş Kralı Memnon’ un hatırasına Mısır ‘ın Luksor kentinde yapılan anıt kulenin üzerinde bulunan kitabede bu dağın gösterişini anlatan mısralar bulunmaktadır. Bu mısralarda Olympos ‘tan Mysmos olarak bahsedilmektedir. Ayrıca Kral Memnon yazılı edebiyatta geçen ve Kral Priamos ile birlikte savaşan ilk siyahi olarak bilinmektedir.

Anlatılanlar da Troya Savaşı yenilgisine katlanamayarak, gururundan bu dağlara saklanan Ajax , Karadeniz ‘e Altın Postu aramak için çıkan ve Argonotların gemisinde sevdiği savaşçı için bu dağlarda kayıp olan Heilas bulunmaktadır.

Anadolu topraklarında, Olympos Dağı olarak bilinen 20 ‘den fazla dağ bulunmaktadır. Nemrut Dağı, Çıralı Dağı, Kaz Dağları, Spil Dağı ve Uludağ, Olympos olarak bilinen dağlardan bazılarıdır. Bu dağların eteklerinde yaşayan uygarlıkların isimleri Olmypos ’a ek olarak alınırdı. Ayrıca bu uygarlıklar tanrılarının saraylarını hep bu dağların doruklarına yerleştirirlerdi.

Halikarnas Balıkçısı Uludağ ‘ı, Anadolu topraklarında bulunan Olympos ‘lar içerisinde en ihtişamlısı olarak tanımlanmaktadır. Bazı tarihçiler tarafından ise mitolojinin kaynaklarından göstermektedir. 1954 yılında Cevat Şakir KABAAĞAÇLI tarafından yazılan "Anadolu Efsaneleri” ile 1955 yılında yazılan "Anadolu Tanrıları” adlı eserlerde bundan detaylı olarak bahsetmektedir.

Fakat mitolojide bahsedilen en ünlü Olympos Dağı bugün ki Yunanistan topraklarında bulunmaktadır. Teselya bölgesinde bulunan ve 2911 metre yüksekliğindeki Teselya Olympos en kutsal olanıdır. İsmi Tanrıların Olimpi yani "Olympes des dieux” olarak geçmektedir. 

Tarihteki tüm güçlü uygarlıklar yerleşim yeri olarak dağları seçmişlerdir. Dağların kutsal olduğu düşüncesi pagan inanışından binlerce yıl sonra bile tek tanrılı dinleri etkilemiştir.

Bizim topraklarımızda bulunan Olympos ‘lardan söz edecek olursak; Anadolu da Mysialıların ve Bitinyalıların olduğu dönemlerde Saturnino Ximenez adlı gezginin anlattıklarına göre bu iki millet uzun yıllar bu dağı paylaşamamıştır. Her ikiside bundan hak talep etmesi sebebiyle dağın Bursa tarafında kalan kısmı Bitinya Olimpi, güneye bakan kısmı ise Misi Olimpi olarak isimlendirilmiştir. Ayrıca Mysialılar işi daha ileriye taşıyarak dağ ve bölgenin kutsallığı sebebiyle Bitinyalılara inatlarına ülkelerine "Işık Ülkesi” demişlerdir. Bu sebeple daha sonra dağın adından "Olympos Mysios” olarak bahsedilmektedir.

Dağın eteklerinde bulunan şehir ve etrafındaki bölgelere, Olympos ta bulunan tanrılar ve tanrıçalar için ibadethaneler, anıtlar yapılmıştır. Mysialıların ardından Bithynia ve Roma hakimiyetlerinde de bölgedeki en kutsal dağ Mysia Olympos olarak bilinmektedir.
 
Öncelikle bu sıralamaya bakılıp güvenildiğinde kentin kuruluşu ile ilgili olarak çok sayıda tarihçinin tezleri de kanıtlanmış olmaktadır. Çoğu kaynakta Bursa ‘nın kurulma tarihi Bithynia Kralı I. Prusias döneminde gerçekleşmiştir. Yazılı belgelerde yapılan araştırmalarda ilk coğrafyacı olaran bilinen Strabon ve Bizans tarihçisi Etyen ‘in anlatımına göre, Roma ‘dan kaçıp Bithynia Kralı I. Prusias ‘a sığınan ünlü Kartaca Komutanı Hannibal, halka borcunu ödemek için Olympos eteklerinde bir şehir kurmuştur.
 
 
Bursa Osmangazi Belediyesi tarafından restore edilen ve bugün ki Tophane bölgesinde bulunan 67 kuleye sahip surların tarihi Bithynialılara dayanmaktadır.

Uludağ ’ın gerçeğe en yakın hikayesi tek tanrılı pagan inanışını benimsemiş Roma ve Bizans dönemlerinde geçmektedir. Roma döneminde yaşanan büyük buhran sırasında ; halk içinde eşitlik, yardımlaşma, şefkatli olunmasının gerektiğini Hz. İsa adına anlatan Aziz Paulo, genellikle fakir olan Roma halkı arasında sempatizan bulmaya başlar ve tüm engellemeye rağmen yeni bir din olarak Hristiyanlık Avrupa da büyük bir hızla yayılmaya başlar.

M.S. 313 yılında Roma İmparatoru Constantinus, tekrardan birliği sağlayabilmek ve kargaşanın engellenmesi fikri ile Hristiyanlığı, Roma İmparatorluğunda resmi din olarak ilan etmiştir. Ayrıca bu girişim ile birlikte ülkede birçok manastır ve kilise yapılmaya başlanmıştır.

İmparatorluk sınırları içerisinde bulunan bugünkü adı ile Keles ve Orhaneli bölgelerinde Zeus inancının yayıldığı tapınaklar inşa edilmiştir. Bu önemli mabetlerin en ünlüsü Orhaneli ‘nin Göynükbelen Köyü yakınlarında kurulmuş Kayiserapolis Antik kenti sınırları içerisindeki Zeus Kersullos tapınağıdır. 

Hristiyanlık inancının kabulünden sonra savaş, yokluk ve imparatorluğun zalimliklerinden kurtulmak isteyen insanlar, başlarda her türlü rahatlığın ve serbestliğin sunulduğu manastırlara yerleşmeye başlamıştır. Kilise, manastır gibi dini mabetler her iş kolundan ustalara ev sahipliği yapmaktaydı. Çünkü bu manastırlarda bir kasabanın imkanları bulunmaktaydı.

Doğu Roma İmparatorluğu ’nda benzer olaylar aynı dönemler de devam etmekteydi. 2. yüzyıla kadar Anadolu topraklarında çok sayıda görülen ve tekrar eden doğal afetler bu yeni dine katılan kişilerin yüzünden meydana geldiği düşünülmekteydi.

Bu sebeple yeni din mensupları soykırıma uğratılıyor, sürülüyor, kovuluyor ve yırtıcı hayvanlara parçalatılmak başta olmak üzere birçok işkenceye maruz bırakılıyordu. M.S. 3. yüzyılda ilk Hristiyanlar bugünkü Kapadokya ‘ya gelerek bölgede eğitim ve bilim merkezi kurmuşlardır.

Kapadokya, Bizans zulümlerinden korunmak için uygun ve başkentinden oldukça uzak bir yerdi. Jeolojik olarak derin vadi ve volkanik kayalardan oluşan bölge ilk Hristiyan rahiplerinin Roma askerlerinden saklanması için doğal bir sığınak konumundaydı.

Hristiyanlara yönelik baskılar m.s. 303 ve 308 yıllarında yoğunlaştırıldı. Baskılardan bunalan halk m.s. 4. yüzyıldı Uludağ ‘a yerleşerek sakin bir yaşam sürmeye başlamışlardır. Doğal olarak dağın bir çok bölgesinde bulunan mağaralar ya da inşa ettikleri küçük taş evler önemli inziva yerleri olmuştur.

5. yüzyıldan itibaren Uludağ ve çevresine manastırlar inşa edilmeye başlamıştır. Ağır vergiler, savaş ve hastalıkların yoğun olarak yaşandığı Bizans İmparatoru 3. Leon Lezoryen döneminde halkın büyük bölümü bu manastırlara yerleşmeye devam etmişlerdir. Halkın bu yoğun göçü sebebiyle belirli bir süre sonra Roma ve Bizans topraklarında vergi verecek ve savaşa gidecek insan sayısı oldukça azalmıştır.

İnşa edilen bu yapılar Hristiyan din şehitlerinin ve önde gelenlerinin figürleri ve resimler yapılarak halkın heyecanı diri tutuluyordu. Bizans imparatoru Leon Lizoryen 716 ve 741 yılları arasında İslamiyeti rol model olarak alıp bu tür hareketlerin putperestlik olduğuna inanarak tüm aziz ve Hristiyanlığın önde gelenlerinin heykel ve resimlerinin yıkılması emrini vermiştir. 116 yıl süren bu savaş m.s. 846 yılına kadar devam etmiştir. Bu süreçte kaçan rahip ve keşişler Mysia Olympos ‘un bulunması zor mağaralarına ve ormanlıklarında saklanmışlardır. Osmangazi Belediyesi tarafından restore edilen ve Bugünkü Necatibey Kız Meslek Lisesi ‘nin karşısında olan Fransız Kilisesi ‘nin o dönemin rahibi Pierre Bernardin Menthon tarafından 1935 yılında Paris 'te yazılan Olympe de Bithynie adlı kitap Uludağ manastırları hakkında çok önemli bilgiler vermektedir.
 
Uludağ manastır hayatının en yoğun dönemi 8. ve 9. yüzyıllarda gerçekleşmiştir. 9. ve 10 yüzyıllarda ise en görkemli dönemlerini yaşayan manastırlar; Hristiyanlığın doğuşunda, inzivaya çekilmek, dünyadan uzaklaşarak Tanrı ‘ya ulaşmak isteyen yaşam tarzının ön plana çıktığı bir bölge olmuştur. Aynı zamanda Selanik çevresinde Agion Oros/Anaroz ve Bafa Gölü etrafında ise Latmos manastırları inşa edilmiştir. Kurulan bu manastırlar sadece bir yapı olarak değerlendirilmemelidir. Bir kasaba olarak hareket eden bu yerleşim yerlerinde işler papazlar tarafından görülmekteydi. İçlerinde çok sayıda usta duvarcı, kunduracı, ekmekçi, terzi, bahçıvan ve sanatkar v.b. meslek erbabı bulunmaktaydı. Yazı yazmayı bilenler ise bir çok kitap ve eseri manastırların kütüphanelerine kazandırmışlardır.

6. yüzyılın sonlarına doğru Türkler bu bölgeye gelerek yerleşmeye başlamışlardır. Sakin bir hayat süren bu insanlar sebebiyle Uludağ ‘a "Keşiş Dağı” ismi verilmiştir. Seyahatnamesinde Evliya Çelebi neden Keşiş Dağı denildiğini açıklamıştır. Evliya Çelebiye göre bu ismin konulmasının sebebi perhiz ile uçarak dinlenmeye bu bölgeye gelen Ayasofya ’nın patrik ve rahipleridir. Türkler bölgeye geldiğinde Anadolu ‘nun Aynanoz ‘u olarak bilinen Keşiş Dağında 147 tane manastır bulunmaktaydı. Menthona , Uludağ ‘da bulunan tüm manastırların yönetiminin bugünkü kurşunlu beldesinde yüzyıllara direnen kilise olduğunu belirtmiştir. Uludağ manastırları Mustafakemalpaşa ilçesinden İnegöl ’e kadar yayılan geniş bir alana yayılmışlardır.

Türklerin Bursa ‘ya gelmesinin ardından manastırlar yerine tekkeler açılmaya, keşişler yerine ise dervişler bölgeye akın etmeye başlamıştır. İslamiyet ’in yayılmasından sonra Müslüman sufiler, Hristiyan keşişlerin yaptığı gibi Uludağ ‘da çok sayıda inziva bölgesi inşa etmiştir. Bursa ‘yı fethederek sınırlarını genişleten Osmanlı ‘nın önde gelenleri Hristiyanlık ‘a karşı oldukça barışçıl ve hoşgörülü bir politika izleyerek onlara imtiyaz göstermiştir.

Osmanlı ‘nın sağladığı bu imtiyazlara rağmen manastırlar hızla terk edilmiştir. Çok sayıda keşiş Aynaroz ve Latmos ‘a kaçmıştır. Kaçışları sırasında birçok el yazması ve sanat eserlerini beraberlerinde götürmüşlerdir. Menthon ve Osman Şevki Bey ‘e göre yapılan Bizans baskınlarından çekinen rahipler bu sanat eserlerinin çoğunu manastır çevresindeki mağara ve yaptıkları dehlizlere gizlemişlerdir. Çünkü Aynaroz kayıtlarında çoğu eserden bahsedilmemektedir. İkisinin de ortak düşüncesi eğer detaylı bir inceleme yapılırsa gizli eserlerin bulunabileceğidir.

En ilginç olaylardan biri ; Uludağ manastırlarında çok sayıda rahip ve keşiş yaşamasına rağmen mezarlarının bulunamamasıdır. Ayrıca ünlü başrahiplerin arkaların bir bilgi ve belge bırakmadan aniden ortadan kaybolmaları hala büyük merak uyandırmaktadır. Bursa fethinin ardından Derviş Abdal Murad, terk edilen ve Hristiyanlık için çok büyük bir öneme sahip Trikalis ‘i tekke haline getirmiştir. 

Trikalis bölgesinden 200 metre kadar yukarıda Aziz Constantin manastırı bulunmaktadır. Anlatılan bir efsaneye göre Yahudilikten Hristiyanlığa geçen bu papaz Hristiyanlığın gizemlerinin anlatıldığı güzel bir ses duymaya başlamıştır. İznik üzerinde gökten kendisine seslenen ses ve parlak ışıklar görmüştür. Papaza gökten gelen bu sesin yönlendirmesi ile ışığın peşine düşer ve ışık tarafından Olimpos dağında bulunan Phlubute Manastarına götürülür.

Ayrıca Emirsultan ‘da Pınarbaşı ‘nda Gar-ı aşıkan olarak adlandırılan bölgeye geldiğinde ise takip ettiği kandiller sönmüştür. Bunun üzerinde bu bölgeye yerleşmiştir. Bir dönem bu bölgede sakin bir hayat geçirdikten sonra Tophane ‘deki Agorlar Manastırının bulunduğu bölgede kendisine tekke kurulmasına izin verilir. Türkler bölgeye ulaştığında Uludağ ‘da bulunan tüm keşiş ve rahiplerin kaçtıkları yerini dervişlerin aldığı ve tekkeler kurulduğu söylenmesine rağmen. Hristiyan keşişlerin Uludağ ‘da varlığı 15. yüzyıla kadar ulaşmaktadır.
 
Uludağ Üniversitesi Dergisi ‘nde Bursa fethini ve sonrasını Tarihçi Prof. Dr. Yusuf OĞUZOĞLU şöyle tanımlıyor : "Daha önce kurulan manastır ve kiliseler yerlerinde kalmıştır. Örnek olarak Uludağ ‘da Kızılkilise, Alakilise, Akçakilise adıyla bilinen köyle kuruldu. Geyikli Baba, Baba Sultan Köyü civarında bulunan keşişleri ziyaretine gidiyordu. Ardından Emir Sultan ‘ın dağda hayatını sürdüren bir keşiş ile konuştuğu ve birbirlerini ziyaret ettikleri anlatılır. Bu dönem itibari ile "Olympos” , "Keşiş Dağı” olarak bilinmeye başlamıştır. Bu şekilde Keşiş Dağı Bel’den Buhara ‘ya, Bağdat ‘tan Şam ‘a ve Hicaz ‘a doğallık ve inanılırlık ile "Ruhban Dağı” olma özelliğini sürdürmüştür. "
 
1453 yılının mayıs ayında Fatih İstanbul ‘u fethettikten sonra çok sayıda seyyah yeni başkente akın etmiştir. Bu seyyahlar, gezileri sırasında gezip gördükleri, yazdıkları, resmettikleri tüm eserler ile imparatorluk da kesişir yolları.. Dağın, Keşiş Dağı olarak anılmasının sebebini Evliya Çelebi ünlü eseri seyahatnamesinin "Ruhban Dağı ( Kesiş Dağı ) mesiresi " isimli bölümünde "Perhiz ile uçarak dinlenmeye bu bölgeye gelen Ayasofya’nın patrik ve rahipleridir. " olarak anlatmaktadır.
 
‘‘Birçok yolcu seyishane ve diğer eşya ve çadırlarla Bursa’dan ayrılıp güneyde bulunan Pınarbaşı ’ndan yokuş yukarı beş saat ilerleyip Gazi Yaylası bölgesine vardık. Gazi Yaylası, Orhan Gazi Bursa ‘yı bir yıl süre ile kuşattığında, bu yayla ‘nın olduğu yerde müslüman gazileri , korumak amacıyla yerleştikleri için bu ismi almıştır. Buradan Bursa şehri baştan sona görünür. Burada küçük bir haliçi vardır. Çok çeşitli alabalıkları bulunur. Oradan baş yukarı yine 5 saatte Sobran menziline vardık. Kestane ormanlarının bulunduğu geniş bir yayladır. İçerisinde bulunan göllerinde alabalık vardır. Osman Gazi 'nin kırk bin koyununun dölünden türeyen nice yüz bin koyunun burada yaylanır’’. Sabahleyin yine hayvanlara binip kıble tarafına baş yukarı çıktık ve üç saatte Bakacak ’a geldik.
 
Kanuni Sultan Süleyman ‘ın Bursa ‘yı ziyareti sebebiyle Lami Çelebi 1522 yılında yazdığı 638 beyitlik eseri "Şehrengiz-i Burusa” da Uludağ ’ı uzunca anlatmıştır.

Uludağ ve Emirsultan isimli kitabında tanrıların dağı Olympos ‘un eteklerini yurt edinmiş Osmanlı ‘nın ilk başkenti Bursa ve Uludağ için İngiltere Elçiliği Kilisesi Başrahibi Robert Walsh şunları anlatıyor ; Kentte Türkler tarafından hoş karşılanan kendine özgü özellikler bulunmaktadır. Şehir herkesi cazibesi ile büyülemiştir. Bursa gösterişli bir dağın eteklerine kurulmuştur. Sırtını yüce ormana yaslamış yerleşim yeri, önündeki tatlı eğim üzerinde doğanın en zengin eserleri vardır. Ormanları yukarı doğru yükselen yüce dağın, gün ışığı ile parlayan ve altlarda ki koyu renkli ve sık ağaçları ile renk cümbüşü oluşturan yüce karlarla kaplı yükseltiler göze çarpar. Dokuz ay boyunca sıcak bir havaya sahiptir. Karla kaplı yüzeyleri okşayan yaz güneşi bin şelale ile dağın yamaçlarından saf ve berrak su akıntılarını aşağıya indirir. Hızlı bir şekilde akan bu akarsuların bir bölümü kentin içinde geçer. Sıcaklık 35 dereceyi gösterirken bile her sokaktan kıvrılarak geçer, buz gibi suları ile derecikler. Şehre bu şekilde ferahlık ve zindelik veren serin sular buradan sonra alt taraftaki düzlüklerde dere ve çaylar oluşturur. Her zaman sıcaklık ile yanan bu kıraç topraklar ile çevrili bu eşsiz araziye yeşillik ve bereket taşır. Denilir ki " Tanrı Bursa ‘yı Türkler için yaratmıştır.”

Evliya ÇELEBİ ’den ULUDAĞ
 
"Keşiş Dağı” günümüzde "Ruhban Dağı” olarak bilinmektedir. "Keşiş Dağı” denilmesinin sebebi Perhiz ile uçarak dinlenmeye bu bölgeye gelen Ayasofya ’nın patrik ve rahipleridir. Uludağ, Bursa kentine kıble yönünde şehre örtü, göklere baş kaldıran yüce bir dağdır.

Bursa ‘dan ayrılıp güneye doğru Pınarbaşı ‘na , oradan ise yukarıya 5 saat ilerleyip Gazi Yaylası bölgesine vardık. Gazi Yaylası, Orhan Gazi Bursa ‘yı bir yıl süre ile kuşattığında, bu yayla ‘nın olduğu yerde müslüman gazileri , korumak amacıyla yerleştikleri için bu ismi almıştır. Yeşillik ve kestane ağaçları ile şenlik bir ferah bölgedir. Buradan Bursa şehri baştan sona görünür. Oradan baş yukarı yine 5 saatte Sobran menziline vardık. Sobran kestane ormanlarının bulunduğu geniş bir yayladır. İçerisinde bulunan göllerinde alabalık vardır. Aynı gün ağlar ile pek çok balık avladık ve tereyağı ile pişirerek yedik. Sanki balığı Musa sofrasıdır. Osman Gazi ’nin kırk bin koyununun dölünden türeyen nice yüz bin koyunun burada yaylanır’’. Türk seyyahların içerisinde çobanlar da vardır. Çok sayıda erkek koyun hediye getirdiler, o gece burada kebap fasıl edip misafir edildik. Sabahleyin tekrar binek hayvanlarına binip kıble tarafından baş yukarı lale, sümbül, fesleğen, gül ve çiçekli dağlar arasından dimağımızı şenlendirerek geçerek üç saatte Bakacak’a geldik.
 
Ramazan gecesinde Hilal olur mu? Buradan bakıldığından bu bölgeye Bakacak denilmiştir. Hilali gördüklerin de ise Bakacak bölgesinde ateşler yakarak kente haber verirlermiş. Bu haber ile kaleden toplar atılıp halk oruçlarını tutarmış. Bakacak, fil hortumuna benzeyen ve şehri kaplayan sarp bir kayadır. Kolay kolay kimse aşağıya bakmaya cesaretlenemez. Bu bölgeden Bursa ’nın Filadar Ovasına kadar olan bütün köy, kasaba, tarla, bağ, bahçe, Nilüfer Çayı ile beslenen arazisi bukalemun desenli yaprağa benzer. Yüksekliği o kadar fazladır ki, Bursa altına saklanır. Ulucami, iç kale ve bedestenin bulunduğu tarafı göremezsiniz. Fakat uzak şehirlerin tek tek seyredildiği yüksek bir noktadır. Bakacak ‘ta gök kubbeye başkaldırmış öyle sarp kayalar vardır ki, kimi fil, kimi gemi, kimi ejderha, kimi ise karakuş benzere ilginç şekiller almıştır.

Tekrar atlara binerek güneye doğru fesleğen tarlalarının arasından geçip beşinci saatin sonunda Süleyman Han pınarı ’nın kenarında konakladık.

Buralar o kadar geniş ve ferahlık sağlayan yerlerdir ki, ömre ömür katar. Bir kayanın içinde öyle soğuk bir Ab-ı Hayat suyu çıkar ki, insan içinde taş bile çıkaramaz, buz gibidir. Bu bölgede hamam kubbesine benzer taşlar vardır. Eğer o taşa insan dokunursa sallanır. Buna halk "Lenduda " attı der. Bir çok küçüklü büyüklü göller vardır ki, birer ikişer kilo gelen alabalıklar yetiştirir. Buralarda ki birikinti ve haliçlerde ki su kışın donar. İstanbul ‘dan iki üç yüz kişilik eri ile Karcı Başı gelerek buradan buz keser. Güya her parçası billur ve neceftir. Elmas parıltısı gibi insan gözünü kamaştırır. Temmuz ayında Karcı Başı ‘nın emriyle Bursa halkı nice bin miri katırları kar ve buz taşıyarak Mudanya İskelesinde Kar gemilere yükler ve İstanbul ’a padişahın mutfağına, helvahanesine, sadrazama, yedi vezire , şeyhülislam ve kazaskerlere, padişahın emrinde olan tüm yerlere götürür. Ruhban Dağı ‘nın buzları bir hazine ’dir bir rahmettir.

Zülal suyunun niteliği; Cenab-ı hak bu dağı yarattığından beri üzerinde kar vardır. Allah ‘ın emri ile Zülal dedikleri yaratık, bin yıllık kar içinde buralarda yaşar. Eğer hükümdarlar istese kazıp eski karlar içerisinde bu hayvanı bulabilirler. Ama çok zordur. Allah ‘ın emriyle güve gibi olan kurt karların içerisinde kar yiyerek gezdiği yollardan bulunur.

Tatlı su kurdunun yüzü; İki lal rengi mina gözleri olan, dut yaprağında ki tırtıl gibi kırk ayağı ve sırtında kırk tane küçük siyah beni olan hayvandır. Fakat tüm vücudu buzdandır. Sökük gibi dalga dalga ağzı bulunmaktadır. İçerisinde palüze gibi bir mayi vardır. Langa bostan tohumluk hıyarı ‘nın boyu büyüklüğündedir. Eski yağan kar içerisinde yuvalanıp üreyen bir çeşit hayvandır. Fakat Hakirin Sultan İbrahim ’e gönderdiği Zülal Kurdu ‘nun boyu küçük hıyarlar kadar ve elmas kadar parlaktır. Buzdan dolayı çok durmadı, eridi. Uludağ ‘ın Süleyman Han pınarının aşağısı çayırdır. Ancak hiç çiçek bulunmamaktadır. Çorak bir dağdır. Bu bölgeden tam 5 saate Kule-i Cihan ‘a ulaştık.
 
Burası Ruhban Dağı ‘nın en yüksek noktasıdır ki ta göklere baş kaldırmıştır. Bulutların Bursa ‘nın üzerinden geçtiğinin görüleceği kadar yüksektir. Şehirden iki günde büyük zorluk ile bu tepeye çıkılabilir. Yüksek bir dağ olduğu için buralarda kolay kolay kar ve ağaç tutunamaz. Çıplak kaya öyle yüksektir ki kıble yönünde Kütahya dağları görülebilir. Doğusunda Söğüt Dağları, Batısından ise deniş aşırı Rumeli tarafından dağlar görülür. Hava bulut olmadığı günlerde güneş ışığı İstanbul Kalesi üzerine gelince Yedi Kule ’yi Sultan Ahmet Camisinin altı tane minaresi, Ayasofya camii açık şekilde görülebilir. Öyle yüksek bir dağdır ki, eğer kaya arkasından dolaşmazsanız rüzgar sizi yorgancı pefteresi gibi savurur. Rüzgarı çok şiddetlidir. Dağın en yüksek noktada bir mezar bulunur.
 
Her tarafı büyük taşlar ile örülmüştür. Bunda büyük bir kişinin mezarı olduğu anlaşılmaktadır. Ahali arasında " Lenduha oğlu Sa’dan ‘ın kabridir. Hazreti Hamza ‘dan korkusuna bu dağları yurt edinmiştir.” diye anlatılır. Bu kabrin yanında derin bir mağara bulunmaktadır. Oldukça derin ve karanlık bir mağaradır. İçerisinde ise seksen den fazla küçük mağara bulunur. Kefere zamanında, perhiz ile uçarak dinlenmeye bu bölgeye Ayasofya ’dan gelen papazlar yaşarlarmış. Bazı kayaların üzerinde iki bin yıldan yaşlı yazılar bulunmaktadır. Ayrıca gezintiye çıkan bilgili kişilerin de güzel yazıları görünmektedir. İzlenecek yüce bir dağdır. Bu seyahatten sonra aşağı 12 saat kadar inerek Kadı Yaylasına ulaşıp çadır kurduk ve bir gün dinlendik. Daha sonra oradan aşağıya Karcıların kullandığı yol ile 10 saatte Bursa kentine ulaştık...